Yalçın'ın Maceraları

28 Nisan 2010 Çarşamba

Bıraktık memeyi, rahatlatılmam gerekti...


Heeey, dört ayı geçmiş ve bizim içi geçmiş kameraman tek bir "entry" bile girmemiş. Haybeye fotoğraf çeken bu elemanın işine son vermeden önce ona son bir fırsat verelim ve geçtiğimiz günlerin özetini aktaralım gidelim. En önemli "tarihsel" gelişme, elbette memeyle vedalaşmam oldu. "18 ay oldu, senin süren doldu, yeter artık Yalçın, artık istifa, artık istifa" tezahüratları arasında, yurtdışı bir seyahat fırsat bilinerek, ilişiğim kesildi! Bu da kesinti öncesi hallerimin son belgesi (zoom yapmaya kalkmayın, görece edepli bir resim seçildi):



Bu zorlu süreçte rahatlatabilmek/rahatlayabilmek, ağlayıp zırlamalarıma dayanabilmek için sık sık parka götürdüler beni. Kıbrıs'ta pek yok bunlardan, İstanbul ve İzmir'de denediler. Hemen aşağıda belgeleri mevcut. İstanbul'dakiler, meme kesintisinin hemen ertesi, kışın soğuğunda montlu hallerimin, salıncaktaki ustalığımın hüzünlü ifadeleri; İzmir'deki ise Fuar alanında, bir düğün ertesi, bahar günlerinin, anneme yapışıp durmamın göstergesi:





Park ortamlarının yanı sıra, yeme içme ortamları da beni rahatlatma girişimlerinin bir diğer odağıydı. Evde yiyip götürdüklerimin yanı sıra, civar restoranlarda, pilav, makarna, köfte ve tabii ki sadagada (salatalık diyorsunuz sanırım) eksenli çalışmalarım ön plana çıktı. Bilhassa Uzakdoğu menşeli lokantalarda minik sopalarla başlattığım çalışmalarımı kaşıkla tamamlayarak Doğu/Batı sentezi konusunda özgün yaklaşımlarımı geliştirdim, uzmanlığımı sergiledim. Gittiğim lokantalarda beğenilerimi genelde "pilavv, pilavv, pilavv" ve "nefisss" sözleriyle ifade ettim:



Tüm bunların ve benzeri çalışmaların, rahatlatılabilmem için kâfi gelmesi elbette mümkün değildi. Dört aylık zorlu süreçte meme travmasını atlatabilmek için yaptığım en önemli egzersizlerden biri de badadaları (salyangoz ya da sümüklü böcek diyorsunuz sanırım) bulup bulup ezmekti. "Ayy minicik", "devaaasa" "cörk, cörk", "bak, suyu çıktı", "leşşş, leşşş" nidaları arasında ezmeden önce, kendilerini bağda bahçede, çayırda çimende bulabilmek için büyük çabalar sarf ettim. Aşağıda teyzemle birlikte badada avındayım, bir tane yakalamışım, beceriksiz kameraman da nasıl yaptıysa görüntülemeyi başarmış:



Meme travması yetmiyormuş gibi muayyen fasılalarla (belli aralıklarla diyorsunuz sanırım) saçlarımın kırkılması da bir hayli canımı sıktı. Bu da o sıkıntıdan kurtulmak için direksiyona sarılışımın fotoğrafı:


Direksiyon diyip geçmeyin, otomobiller, uçaklar, iş makinaları ve özellikle gabunlar (kamyon diyorsunuz sanırım, ben de diyebiliyorum ama tercih etmiyorum) konusunda yoğun çalışmalarım sürüyor. Bu konuya ve diğer benzer konulara olan ilgimi, artık çok sayıda sözcükle ve uzun cümlelerle ifade edebiliyorum. Konuşma meraklılarına duyurulur. Dilerseniz, ferforje bile diyebilirim. Dilemeyiniz... Bunlar dışında, yutupta gabun izlemek, ayfonda balon şişirmek, geceleri yangın vaaaar diye bağırıp koşturmak, tin min tini mini hanım eşliğinde çöpük çalıp dans etmek, tepinmek (kazayla annemin kolunu da incittim) ve sürekli annemin burnunu sıkmak gibi (meme yerine geçti sanki) "rahatlama" yöntemlerim de mevcut. Dert etmeyiniz, "daha dün annemizin kollarında yaşarken, mış mış mış" diyerek uyutulabilirim... Her neyse, üç İzmir fotoğrafıyla veda edeyim. İlki, "simitçiiii, taze simitlerim vaaaaar" diye başımda yastıkla dolaşıp durmamın ardından, İzmir'de gerçek simitle tanışmamın belgesi. İkincisi, nikah olayına girerken, dayım, anneannem ve annemle yaşadığım sevincin ifadesi. Üçüncüsü, dedemle 23 Nisan ziyaretimin -bayrak da kapmışım - ve her zamanki gibi kıçımı dönüp ortamlardan ayrılışımın belgesi. Hoşçakalın hadi: