gülücükler, sözcükler, hedefler, takıntılar, ilk dönem resimler vesaire vesaire
Arkadaşlar, dostlar, yurttaşlar; 40 gün sonra yeniden merhaba. İhmalkârlıkta sınır tanımayan, yaptığı işlere bakıldığında ise kârlılıkta yerlerde sürünen kameraman yüzünden verdiğimiz bu uzuuuuun aradan sonra, içten bir gülümsemeyi hak ediyorsunuz sanırım. İşte, otuz iki, pardon sekiz dişimizi birden görebileceğiniz o iç gıcıklayıcı, pardon gıdıklayıcı, gülümseme:
Peki, sordunuz mu hiç kendinize, niye gülüyor bu herif böyle; Ekim'in sonuna gelmişiz, hâlâ deniz, hâlâ kum, gülmeyeyim de ne edeyim? Kameramanı zorla ayartıp gittiğimiz plaj ortamlarında bir yandan gülüp eğlenirken, diğer yandan ilk hedefimizin Akdeniz olduğu gerçeğini, bizzat kumlu parmağımızla göstermek suretiyle toplumu yönlendirmeye de gayret ediyoruz. Gerçi kameraman, "erekselliğin olumsallığın üzerine konmaması ve dünyaya panoptik bakılması gerektiği" kanaatinde, ama onunla böyle entel dantel tartışmalara gireceğime, işte diyorum, deniz! Bulut da diyebiliyorum, geçende portakal dedim, bir keresinde de maydanoz dediğim rivayet ediliyor. Aslında hepsi nane. Neyse, ilk hedefiniz Akdeniz işte:
Bu da kameraman; plaj ortamlarında sarkmaya çalışmış bana. Entel, dantel, kumdan kitap yazmış, katlanıyoruz, ne yapalım?
Ama plaj ortamlarında asıl olayımız başka. Civarda bir sürü "takıntımız" olmaya başladı son zamanlarda. Yani, takıntı derken, yaşıtlarımızdan cins-i latif olanları kastediyoruz canım. Mesela aşağıdaki fotoğrafta, annem ve baba annem arkaplanda ve kameramana bakarken, benim gözüm, fark edebileceğiniz gibi yan tarafta. Eee, Ayşenaz var orada da. Tabii enternasyonal bir ortam bu Kıbrıs, sonradan Sasha'yla tanışınca bıraktım Ayşenaz'ı. Bir sonraki hafta da "Yeşil Tepeler" diye içinde birkaç papağanın, tavşanın vb. olduğu bir botanik bahçesine gittik, orada da Beria'yla tanıştım. Tanıştım ama kızı görür görmez "ayı" diyince çok da uzun süreli bir tanışıklık olamadı bizimki. Ne yapayım, o da üzerinde ayı resmi olan bir tişörtle dolaşmasaydı ortalıkta!
Başka başka ne oldu derseniz, büyüdük artık, resimden de görülebileceği üzere, eskisi gibi çamaşır sepetlerine sığamıyoruz keyfimizce. Ama bunun karşılığında çamaşır makinesinin içine portakal, tırmık gibi oynanası şeylerden atabiliyoruz.
Söz dağarcığımızın ne kadar geliştiğini ise, ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Hayvanlardan uçuç böceği olsun; rakamlardan bir, üç, altı ve on olsun; renklerden -şimdilik bütün renklere aynı adı veriyor olsak da - mavi olsun; alfabeden a-be-ce ve de-de-de olsun hep dilimizde. Ve tabii ki aydede. Biliyorsunuz, aydede her yerde. Mesela annemlerin odasında komodin midir nedir, komik bir şey var, onun üstünde gördüm geçende:
Son olarak, yemek yerken çektiğimiz nutukları ve ilk dönem dışavurumcu eserlerimizden "Bir Bilinmeyenin Albenisinde Aydede" (2009, Kareli kağıt üzerine pastel, 23 x 28 cm, Louvre, Paris) adlı tablomuzu da sizlerle paylaştıktan sonra, her zaman olduğu gibi kıçımızı dönerek veda edelim ortama, görüşürüz sonra, kendinize iyi bakın ha: